gezi notları

Çarşamba

Provence ...


… önce uyarılar :

Restoranlar, yemek servisi saatleri konusunda son derece tutucular. Mutfaklar, öğle yemeği servisini neredeyse saat 14.00de , akşam yemeği servisini ise 21.00 (bilemediniz 21.30da) bitiriyorlar. Kapısında, saat 15.00e dek açık ibaresini görüp “yaşasın, yemek yiyebileceğiz” diye saat 14.30da adım atmaya çalıştığınız bir mekanda , “restoran 15.00e dek açık, ama aşçı saat 14.00de gidiyor” cevabı ile karşılaşabiliyorsunuz .

Lyon’dan Avignon’a karayolu (otoban) ile varmak yaklaşık 2 saat sürmekte. Ancak, Avignon çevresindeki daha küçük yerleşimler arasında seyretmek, çok daha fazla vakit almakta . O nedenle , baz olarak sadece bir konaklama merkezinin seçilmesi ve çevre yerleşim birimlerine günlük ziyaretler yapılması “highly” tavsiye edilir . Yoksa, zamanın büyük bölümü arabada ziyan olmakta.

Lavanta tarlalarının keyfini çıkartabilmek için Haziran’ın son demlerinin tercih edilmesi gerekmekte .

Mönüler hemen hemen her yerde sadece Fransızca. Mutlaka bir bilenle gitmek lazım.



Ve bir Provence deneyiminden notlar …


Lyon

Bir Perşembe , saat 13.00 gibi uçağın tekerlekleri Lyon Havalimanı’na değer. Havalimanından çıkmak sıkı bir yarım saat , araba kiralama ofislerine varmak neredeyse ayrıca bir yarım saat ( zira, havaalanının kapısından ring sefer yapan servis otobüsüne binmek gerek önce) , arabayı teslim alıp şehre varmak da üstüne bir saat daha sürünce …


… günlerdir hayali kurulan midyeci Bleu de Toi (51, Rue Merciere. tel 04 78372465, ~25 €/pax) çoktan öğle yemeği servisini bitirmiş olur. Rue Merciere'deki diğer restoranlarda da keza durum farksız . Kala kala , Bleu de Toi'nın tam karşısındaki Le Bouchon aux Vins kalır (62, Rue Merciere. tel 04 78384740, ~30 €/pax). Garson küstah, balık çorbası enfes, biftek yanmış , (garsonun şaşkın bakışlarına rağmen, yemekten önce istenilen) peynir tabağı ve eşliğindeki rose şarap neyse ki lezziz.

Lyon sokakları ve de mağazaları çok kısa tavaf edilir; ve hemen yollara düşülür . (Aslında şehir, Aralık ayındaki Fete des Lumieres kutlamaları zamanı da pek keyifli olur; meraklısına duyurulur.)


Avignon

Hotel Cloitre Saint Louis'e yerleşilir (20, Rue du Portail Boquier. tel 04 90275555, www.cloitre-saint-louis.com , ~120€/double) . Bina ve avlusu görkemli , otelin konumu merkezi , renove odalar zevksiz , odanın orta yerindeki açık banyo pek bir anlamsız . Uzun süreli kalışlar için , daha keyifli bir otel bulmak gerek! (Mesela, Hotel d’Europe, Place Crillon 14, tel. 04 90147676, www.heurope.com)

Akşam yemeği için La Compagnie des Comptoirs pek ala (83, Rue Joseph Vernet. tel 04 90859904,
www.lacompagniedescomptoirs.com, ~ 55€/pax). Salatanın basit sosu bile muhteşem , hele ki armut tatlısı ile final mutlaka !

Avignon’da
* Palais des Papes gezilir …
* Avignon Köprüsü’nde ihtişam aranır (ama bulunamaz)…
* şehrin daracık sokaklarında huzur içinde yürünür…
* gurme-shop’larından alışverişler yapılır (sipariş akasya balı bulunur , lavantalısı ne yazık ki yoktur) …
* vakit varsa, Crillon meydanına serpilmiş (beyaz keten örtülü) masalarda keyif yapılır …



St. Remy de Provence


Provence’ın mutlakalarından… 500 küsür sene önce Nostradamus’un arşınladığı daracık sokaklarda , anlatılması zor bir tılsım gizli gibi . Panjurların uçuk lavanta rengi , bu beldede nedense daha bir albenili. Provencal gelenek, günlük yaşama sanki daha bir hakim . Otoyolu şehre bağlayan yol bile başlı başına bir görsel şölen . Yolun her iki yanına dizilmiş ağaçların ardında gizli her avlu ise , bir o kadar davetkar . “Bir daha gitmek nasip olsa, kesinlikle bu beldede konaklamak var niyette” dedirtecek kadar üstelik …

Öğle yemeği vakti… Le Bistrot des Alpilles (15 Boulevard Mirabeau, Tel 04 90920917, € 35/pax , www.lebistrotdesalpilles.com ). Servis , bu memlekette alışılmadık kadar güler yüzlü - tavsiye rose şarap harika – yemekler lezziz (ahh , bir de yan masaya nasip olan kuşkunmazlı ve safranlı balık bitmeseymiş ; steak tartar yapan aşcı da bu kadar erken evine gitmeseymiş) .


Arles

1988’de Arles’a yerleşmiş olduğu bilinen Van Gogh’un , Gauguin ile girdiği bir tartışma sonucu geçirdiği bunalımla , kendi kulağını kestiği söylenir. Gerçek şu ki , yağmurlu ve kasvetli bir havada , bu şehir adama Gauguin olmadan da çok kolay kulak kestirir…

Kısadan hisse, Arles’a gökyüzü mavi ve gün ışığı parlak iken gidilir.

Konaklama (gerekirse) : Hotel Particulier (4, Rue de la Monnaie, tel 04 90525140, www.hotel-particulier.com) .


ve köşe bucak Provence ...









La Bastide de Moustiers

Alain Ducasse'in imzalarından biri olan La Bastide de Moustiers, Provence'nda.

Verdon bölgesindeki bu "once in a lifetime" gurme tecrübesine erişmek için önce biraz çile çekeceksiniz pek tabii ki :

"Kırmızı Halı Kahramanı" gelecek mi, gelmeyecek mi? Karşılıklı bir dilemma yaşayacaksınız önce .
Sonrasında , ya Nice ya da Lyon'a uçacaksınız.
Çevre yerleşimlerde keyifli öğle yemeklerini kaçırma pahasına , seyahatinizin en az 2 saatinde araba kullanacaksınız ve Moustiers'e akşam yemeğine çok az kala varacaksınız. (En geç 20.30'da masada olmanız şart, unutmayacaksınız !)
Günün mönüsünde ne varsa onu seçeceksiniz - ya da bilemedeniz, ek ücrete tabi bir diğer alternatif. (O günkü mönüde dana uykuluk çıkmışsa mesela ve de alternatifi de pek sizin tarzınız değilse, mecburen tadına varmaya çalışacaksınız .)
"Bu yemeğe bu yakışır" dedikleri şaraba, gözünüzü kapatıp neredeyse € bazında 3 hanelik ederde bir meblağ ödeyeceksiniz.
Haziran'dan önce gitmişseniz , lavanta tarlalarını bile göremeden döneceksiniz üstelik .

Herşeye rağmen , yine de çok mutlu ayrılacaksınız La Bastide de Moustiers'den...

Mutfağına bir bakış attığınızda ve genç chef'lerin, işlerine gösterdikleri özene tanık olduğunuzda...

Basit bir "wafle" ya da muhteşem bir kahvaltıdan inanılmaz keyif aldığınızda...

Sabahın erken saatlerinde odanızın (tercihen La Blanche) penceresinde, ya da sabah yürüyüşünüzün ilk adımında Provence renkleri ile ilk bakıştığınızda ...



Detaylar : http://www.bastide-moustiers.com/englishIndex.cfm?action=accueil
Foto : Güliz Özbek ve ...

yazanNino at 11.4.07 0 yorumlar

Salı

Etiketleri çıldırmış şehir...Londra


Etiketleri çıldırmamış olsa , bu şehirde haftalarca keyif yapmak ister insanoğlu canı.


Hem Knightsbridge vitrinlerine yakın , hem de yüksek tavanlı (ve ruhu okşayan renklere büründürülmüş) bir otel odasında gözünü açmak ister çiseleyen yağmura (mesela The Beaufort Hotel) .

Mutlaka Portobello ve Notting Hill havası solumak ister , takvim, "bugün Cumartesi" diyorsa. Ya da - hafta içi bir gün ise - tüm turistikliğine rağmen Covent Garden'da tembellik yapıp, sokak çiçekçilerinden sarı laleler almak .

Harrods'i uzun uzun gezmek ister , kapısına sıra sıra Japon turistler yığılmamışsa. Arada , orkide çayı ve trüf mantarlı hardal aramak ister food court'larında Selfridges veya Harvey Nichols'un .

Rahat ama lezziz, deniz ürünü bol bir öğle yemeği mutlaka Bibendum Oyster Bar'da ve de buz gibi beyaz şarap eşliğinde üstelik. Hoş endamlar arasında Martini Bianco yudumlamak One Aldwych Oteli'nin barında veya Zuma'da ; ördek salatasında gezinen nar ekşisinin tanışıklığı ile bir lezzet şöleni Hakkasan'da .

Müzikal gişelerinde sıra beklemek, kitapçılarda sabahlamak, bavulları kırtasiye malzemeleri ile doldurmak , tanıdık tanımadık herkese hediyeler almak ister .

Ama etiketleri iyice çıldırmış bu şehrin artık .

İyisi mi , tadı damakta bırakıp tez vakitte ayrılmak . Cüzdanda kalan tek 20'likle , Heathrow'daki Caviar House'n barında son bir lezzet molası verip THY kanatlarında memlekete geri uçmak .




The Beaufort Hotel ,
33 Beaufort Gardens , Knightsbridge, tel. +4420 7584 5252,
www.thebeaufort.co.uk

Bibendum Oyster Bar, Michelin House, 81 Fulham Road, Tel +4420 75891480, www.bibendum.co.uk

One Aldwych , 1 Aldwych - Covent Garde - Tel. +4420 73001000

Zuma , 5 Raphael Street, Knightsbridge,Tel. +4420 75841010, www.zumarestaurant.com

Hakkasan , 8 Hanway Place, Fitzrovia, Tel.+4420 79071888

yazanNino at 6.3.07 0 yorumlar

Perşembe

Alaçatı'dan kışkırtmalar...

Yarı açık bir kapı .

Dekolte gibi , çekici ...

Aslında , düpedüz baştan çıkarıcı ...

Bu komployu kuran anarşist arkadaşımın , "atla ilk uçağa, gel" kışkırtması bu .

Alaçatı'daki Manastır Otel'miş , bu yaz kapılarını keyif meraklılarına böylesine endam ile aralayan.

Yaz bitmeden, güz gelmeden gidip de görmek lazım .

Ege'nin havasına , taşının oymasına , cennetin aynasına bir iz bırakmak lazım .

Foto Güliz Özbek

Ağustos 2006

yazanNino at 14.9.06 0 yorumlar

Cuma

Roma Tatili




Bir Cuma sabahı .
THY'nin İstanbul - Roma seferini yapan mekanik kanatlıdasınız. Internet check-in nimetlerinden faydalanıp , yan-yana peş-peşe koltuklarda sıra-sıra inci gibi dizilmişsiniz. Bazı arkadaşlarınızı , havaalanındaki free-shop reyonlarından spatula misalı kazıdığınız içindir ki , ekip eksiksiz üstelik.

"İştahı Roma'ya saklamak ya da saklamamak" , işte bütün mesele şimdi bu . Oysaki, "iştah dediğin, uçağa da yeter Roma'ya da !" Yeter ki, servis ekibi ile iyi geçinip , bir iki kadehlik extra şarap ikramı da alma becerisini gösterin .

Roma’ya vardığınızda yerel saat öğleni henüz bir iki dakika geçmiş olur . “Oh ya, AB’ye giremediniz ya !!!” imalı pasaport kuyruğunda telvesi bol bir yarım saat beklemek durumunda kalıyorsunuz önce. Valizinizin yürüyen bantta boy göstermesi de neredeyse bir yarım saat sürüyor . Sonrasında hemen “gümrüklü mal” beyanlı koridorda bir yürüyüş . Beyan edecek gümrüklü malınız yoksa da o koridoru kullanmak durumunda kalıyorsunuz nedense . Her bir valiz, çanta , cüzdan x-ray’den geçiriliyor ağır ağır. Bu şehirde geçirecek sadece 48 saatiniz olduğu kimsenin umurunda değil , sizden başka.

Fiumicino Havaalanı geride kaldığında saatler 13.30’u göstermekte bile. İlk istikamet Colesseum; hedefe varmak sıkı bir 40 dakika. Gladyatör filminden etkilenenler , Colesseum’u hayran hayran tavaf ediyorlar. Kemerli girişlerin birinden, aniden yakışıklı bir gladyatör çıkacak beklentisi havada hakim . Çoğunluğa ise ecişinden bücüşünden bir hayal kırıklığı sunuyor Colesseum. Bu kadar ufak çaplı bir arena olduğu nedense düşlerde yer etmemiş .

Otele uğrama vakti . Check-in , ihtiyaç molası , yürüyüş ayakkabısının bağcıkları ile mücadele … Ve Roma sokakları artık sizin … İspanyol Merdivenleri’ne çok yakın bir otelde (mesela Hotel King , 3*, konfor minimum ama çarşaflar, havlular tertemiz ve konaklama ücreti de pek bir makul) kalıyorsanız eğer , önce Merdivenler’den sekersiniz tek tek . Kıyafetiniz el verse, aslında Audrey Hepburn’sünüz adeta .


Restoranlar öğle servisini tamamlamış ve kapılarını kapatmışlar çoktan. O nedenle hiç naz etmeyin, size göz kırpan ilk yakışıklı panini’nin ya da ateşli bir pizza diliminin keyfine varın . Via del Corso’nun Piazza Venezia ile kesiştiği köşedeki büfeye uğrayın mesela . Damak zevkinize hitap edecek bir İtalyan lezzeti mutlaka bulursunuz .

Haydi yürüyün artık . Piazza Navona , Pantheon ve hatta Fontana di Trevi . Sonuncusu bizde Aşk Çeşmesi olarak bilinir ; oysaki atılan dilek paraları Roma’ya yeniden gelebilmek içindir sadece; kısmet filan çıktığı yok yani. Yine de, nedense her seyahatte bir kaç kez yolu düşer insanın o çeşmeye . “Eee, dün attığım dilek parası yüzünden bugün geldim; bir dilek parası daha mı atmam gerek ” diye kara kara mantık hesapları yapmayın . Japon turistleri usulca yara yara Çeşme’nin havuzunun kenarına kadar ilişin. Dönün şimdi sırtınızı Çeşmeye ve başınızın üstünden arkaya, Çeşmenin havuzuna doğru fırlatın madeni paranızı.



Çeşmenin hemen karşısındaki ayakkabıcaya bir göz atın vaktiniz var ise. Bildik ünlü İtalyan markalarının ürünlerine oranla pek cılız ve hatta kalitesiz görünen ayakkabı çeşitlerini yine de yabana atmayın . Duruşunu beğendiğiniz makul fiyatlı bir ayakkabı var ise, düşünmeyin alın ; zira memleketim topraklarında mevcut olmayan bir modele , memleketim fiyatlarından çok daha ucuza sahip olmuş olabilirsiniz. Benzer durum , Pantheon'un çapraz sokağındaki meşhur kahve dükkanı Tazza d'Oro'nun hemen karşısındaki ayakkabı mağazası için de geçerlidir, bilesiniz.

Roma'da kahve denildiğinde , nedense Tazza d'Oro adeta bir kahve mabedi saygısı görür seyahat kitaplarında ve gezi notlarında . Hayallerinizin hüsrana uğramaması adına söyleyelim; neredeyse soğuk servis ettikleri kahvesinde de , mekanın kendisinde de pek numara yok . Zaten saatlerdir yürümüşseniz eğer, üstelik Pantheon'un göğe yükselen silüetini seyretmişseniz bacaklarınızın yaydığı varis alarmına karşın , boşverin kahveyi ; Navona Meydanı'nı çevreleyen kafe'lerden bir masa seçin kendinize. Çeşmeler şehrinin , sanat ve suyu buluşturduğu görselliğe nazır şarabınızı söyleyin ; mevsimine göre buz gibi soğuk ya da dumanı tüten cinsinden. Bırakın zaman, çeşmelerden akan suya karışsın biraz, siz de Roma usulü tembelliğin tadına varın .


Akşam olmuştur artık . Akşam yemeği için yine de acele etmemeniz tavsiye edilir . Nasılsa saat 21.00den önce Roma'lılar, restoranlara teşrif etmez, böylelikle de ikindi vakti yemeğe başlayan Amerikalı turist akımlarından da kendilerini korumuş olurlar. Siz de aynı tedaviyi uygulayın; pişman olmazsınız.

Alla Rampa da , saat 21.00 sonrası gidilmesi gereken böyle bir mekan . İspanyol Merdivenleri'nden indiniz; sol'da kalın ve kıyı kıyı yürümeye devam edin . İşte orada . Çok hoş endamlı kirli sarı bir bina . Aura'sı , içeri ilk adımı attığınız an itibarı ile sarıveriyor sizi. Filmlerdeki büyük İtalyan aileleri gibi dizilin büyükçe bir masaya . Garsonunuzu da biraz sivri dillisinden seçin ; eğlenceniz bol olur . Ortaya karışık doldurun antipasti tabaklarınızı büfeden. Istanbul'da görmeye alışık olmadığımız seçeneklere yönelin korkusuzca ; yerel yemekleri özellikle de Roma usulü enginarı ihmal etmeden . Yemeğin işvesine tamamen kanmadan bir fotoğraf çektiniz, çektiniz . Yoksa dönüş uçağında hayıflanır durursunuz ; bizden hatırlatması .

Roma'da restoran tavsiye etmek aslında pek akıl kâr'ı değil çünkü tarif edilen adrese yürüyene dek zaten pek çok cazip koku girdap gibi içine çekiveriyor sizi ; Trattoria Gigi örneğinde olduğu gibi. İspanyol Merdivenleri'nden indiğinizde azıcık sağa doğru yürüyecek olsanız ve soldaki ikinci sokağa başınızı bir lokma uzatsanız , kendinizi birden pötikare örtülü masaya oturmuş, mönünün yarısını ısmarlamakla kalmamış üstüne de şehrin en lezziz Torte della Nonna'sını yerken bulabilirsiniz mesela .

Yine de, siz siz olun ve yolunuzu Gusto'dan yana düşürmeye bakın bir öğlen vakti . Hem lezziz lokal tatları, hem de 'trend' ve 'moda' unsurları içeren bir yemek merkezi Gusto . Gerçi boş masa bulmak oldukça zor, üstelik servis aksıyor ama yine de bol kalori cehennemini, 100 metre ötede sizi bekleyen alışveriş cennetine tercih edeceksiniz saatlerce .

Cumartesi sabahını Piazza Venezia'da geçirdiniz diyelim . Meçhul Asker anıtının önünde poz poz resim çektirdiniz; hatta tepedeki kafeteryada da bir keyif kahvesi içtiniz. Artık çil yavrusu gibi dağılma vakti gelmiştir . En İtalyanından marka mağazalara mı, salamın ve şarabın iyisini barındıran dükkanlara mı ; orası size kalmış .

Akşam yemeğine buluştuğunuzda paylaşılan hikayeler en unutulmaz olanlarıdır hiç kuşkusuz . Charlie, otel koridorlarında Alman turistleri kovalamıştır , yanlışlıkla siz sanıp . Meleklerden biri, Gucci ve Fendi arasında mekik dokurken kepenkler inmiş , alışveriş sepeti de boş kalmıştır . Yorgunluk kahvesine yolluk grappa ekleyen de olmuştur, bitap düşmüş ayaklarına enerji içeçeği banyosu yaptıran da .

Haliniz kalmışsa eğer, İspanyol Merdivenleri'ne yakın , Antico Caffe' Greco'nun biraz ötesindeki barlardan birine veya Roma gençliğinin aktığı Testasccio bölgesine gece gezmesine gidebilirsiniz.

Pazar sabahına ruhani bir Vatikan gezisi serpiştirip , akabinde havalimanının yolunu tutarsanız, son alışverişleri de havalimanında tamamlamaya zamanınız kalır . Ve, sizi memleketim semalarına ulaştıracak uçağın kollarındasınız artık .

Kışın ortasında, sıcacık bir latte tadında ve rüya gibi bir tatil işte böyle olur...



Aralık 2005
Foto: Elif Özdamar, Mehtap Cındık, İlgin Alyanak

yazanNino at 1.9.06 3 yorumlar

Salı

Hasankeyif...

...sulara gömülüp, haritadan silinmeden gidip , görün ...


bir dereden


bir tepeden


doyasıya seyre dalıp ,

son bir kez 'keyif'ine varın ...

Foto : Güliz Özbek, Merve Saraç

Kasım 2005

yazanNino at 15.8.06 0 yorumlar

Portekiz'in güney sahilleri ... Algarve






Kıyı şeridini tercih etmezseniz eğer, Lizbon’dan “Algarve’a Hoşgeldiniz tabelası”na 2.5 saatte rahat rahat varırsınız . Ancak, haritada balık etli bir bit kadar görünen Algarve bölgesini çok da hafife almayın; zira, Algarve şehirlerini birbirini bağlayan yol kıyı şeridinde olmadığı için , ana yoldan kıyı kasabalarına ulaşmak için ayrıca bol vakit gerekmekte.

Toplu turist akımlardan uzakta bir tatil için araştırma yaptığınızda, Faro’nun doğusunu tercih etmeniz gerektiği yönünde yorumlara rastlayacaksınız ; ama siz bunlara kanmayın ! Algarve’in doğu bölümünde , “lagoon” diye tanımladıkları , ancak gerçekte sazlık - bataklık – dere arası bir tablodan öteye geçmeyecek ve denize (mütevazi oldu bu; aslı okyanus çünkü) kıyısı olan adacıklara geçmek için ayrıca motor ulaşımı gerektirecek bir coğrafi yapı söz konusu .

Daracık sokakları ve sessiz sakin yaşam biçimi ile Portekizlilerin en methettikleri bölgelerden olan Tavira , Faro’nun doğusundaki kasabalarından biri . Hakkında dizilmiş methiyelerden sonra pek yavan bir tadı var bu beldenin .

Tavira’da sadece bir yemek yiyip yolunuza batıya doğru devam edebilirsiniz aslında. Mutlaka konaklamak durumunda kalırsanız eğer, Hotel Vila Gale (R.4 Outubro S/N Tavira) çok kötü bir seçim değil (çok iç açıcı olmayan kahvaltısı ve kdv dahil 80 €/double).

Nehrin lagoon’a aktığı noktadan binilen motor ile ulaşılan plajda, göz alabildiğine altın rengi kum karşılıyor misafirleri önce ; sonra da yanık sesi ve renkli kişiliği ile “boleres” (bir çeşit çörek) satıcısı. Deniz bol dalgalı ve buzzzz gibi.

Motora ilk binilen noktadaki restoranlardan biri , seyahat dergilerinde çokca bahsi geçen Restaurante Quatro Aguas (Sitio de Quatro Aguas, Tavira – Tel 351 281 325329). Pilav ve fasulye yahnisi ile servis ettikleri ahtapot filetosu ile ünlü mekanda , keyifli ama bizce ‘ortalama’ bir yemek için ödediğiniz hesap yaklaşık 15-20 €/kişi.

Tavira’yı geride bırakıp, batıya doğru yöneldiğinizde mutlaka Quinta do Lago’ya uğramanız gerekir. Gelir düzeyi yüksek Ingiliz, Amerikalı ve Iskandinav’ların çoğunluğunu oluşturduğu kitlesi ile bu golf bölgesi, adeta bir Flamingo Yolu .

Quinta do Lago’nun en ucuna (yani Praias -plaj- istikametine) devam edin . Üstü tenteli (dolayısıyla gölgeli) medeni bir otopark’a varacaksınız (park ücreti 7 €). Aracınızı bıraktıktan sonra, bataklık bir alan üzerine yapılmış çok uzun bir tahta köprüde yürüyerek plaja ve de plajın hemen yanıbaşındaki Gigi Praia’ya ulaştınız işte (Praida da Quainta do Lago, Almancil, Tel 351 964 045178) .

Sadece öğle yemekleri için açık olan Gigi’de mutlaka sürahi ile servis ettikleri soğuk beyaz sangria (beyaz şarap, şampanya, nane, limon ve portakal ile yapıyorlar) eşliğinde bekleyin yemeğinizi. Şarap ve sarımsak sosunda midye, mekanın mutlakalarından ancak mönünün günlük olarak değişiyor olmasına da hazırlıklı olun .

Fonda ‘Nesun Dorma’nın nefes kesen tınıları, sarı şemsiyelerin yaydığı dingin ışık ve yaşamdan keyif alan insanlarla çevrili bir ortamda yemek yemenin bedeli kişi başı 20-25€ .

Quinta do Lago plajında da karşınıza gözalabildiğine uzanan altın rengi kum, üzerinde zigzag desenler çizen bol köpük dalgalar ve gittikçe daha da soğuyan deniz çıkıyor .




Ve Portimao .

Önce büyük bir hayal kırıklığı . Şirin bir tatil beldesi ile karşılaşmayı beklerken , adeta kocaman bir Antalya karşılıyor sizi. Sahil şeridine kök dikmiş çeşitli yıldızlara sahip oteller , hediyelik eşya satan ucuzcu dükkanlar , karınca sürüsü gibi gezinen bir kalabalık . Tam da Portimao’dan umudunuzu kesmişken, sahil yolunun en ucunda beyaz bir villa göz zevkinizi okşuyor ; Albergaria Vila Lido oteli bu (www.hotelvilalido.com) .

Julia ve Frank , dünyalar şirini kızları ile burada hem yaşıyorlar hem de mekanı (Danimarkalı sahibesi adına) işletiyorlar.

Portimao'nun gereksiz gürültüsünden yeterince uzak ; okyanus kıyısına bir o kadar yakın. Piyanist şantörlü 3 yıldızlı otellerin karaktersizliğinden ırak; üstelik huzurun tam ortasında . Terasında ister sangria içip ufuklarla sohbet edin ; ister kitabınızı hafif okyanus esintisi eşliğinde okuyun . Sadece odanızın değil, evin de anahtarını teslim alıyorsunuz check-in'de. Adeta , istediğiniz kadar gün için sizin olan ev için gecesine 100 €/oda (kahvaltı/kdv dahil) ödüyorsunuz üstelik sadece.

Algarve'in en iyi balık lokantası olarak ünlenen Rei das Praias , Ferragudo'nun Praia dos Caneiros plajında (Vila Lido Oteli'nin minik otoparkından çıktıktan 15 dk sonra plajdasınız.)

Kayalıklarla çevrili ufak bir koyda konumlanmış olan bu plajda günlerce tembellik yapabilirsiniz . Deniz suyunda en ufak bir ılınma ya da 'eller havada ' temalı happy-hour plaj partileri beklentileriniz arasında ise; çok mutsuz olursunuz bu koyda, bunu öncelikle belirtmek gerekir.

Algarve'in belki de en pahalı restoranlarından biri olan (30€/kişi) ancak ızgara balığı bile ekmek bandıracak bir kıvamda sunan Rei das Praias (Praia dos Caneiros, Ferragudo - Tel 351 282 461006) mutlaka'larına gelince

Foto : Güliz Özbek

Temmuz 2006



yazanNino at 8.8.06 0 yorumlar

AVRUPA'NIN BATI UCU ... PORTEKIZ Lizbon, Belem, Sintra, Cascais

*** Yazı , (bazı kısaltmalar ve farklı fotoğraflarla)

Voyager , Ekim 2006 93. sayısında, sayfa 46-48'de yayınlanmıştır***






THY’nin Istanbul çıkışlı Lizbon seferleri Salı, Perşembe ve Pazar günlerine denk geliyor. Keyifli bir Portekiz seyahati planlamak için , ömrünüzden kaç günü Avrupa’nın batı ucuna ayırmak istediğinize karar vermeniz gerekir önce. Cimriliğiniz üstününüzde ise , 2 günde Lizbon’u hatim edersiniz ; uzun bir hafta-sonunu gözden çıkarırsanız eğer, Lizbon ve çevresine (Belem , Caicias , Sintra ) belki Porto’yu bile ekleyebilirsiniz. “Bir daha gelmek nasip olur mu ki?” diye süpheniz var ise, Algarve bölgesine dek uzanabilirsiniz.

Öğle saatlerinden biraz sonra varıyorsunuz Lizbon Havalimanı’na. Şehir merkezi araba ile bilemediniz 10 dakika mesafede . Hele ki çevreyi de gezmek niyetinde iseniz araba kiralamak cazip. Internet sayfalarında günlüğü 30-40 € gibi uygun fiyatlarda görünen araçlar için , % 21 KDV ve ayrıca neredeyse araç kirası kadar da limitsiz sigorta ücretini (mecburi değil) hesaba katmanız gerekiyor. (Çok memnun kalacağınız bir Opel Astra için , 5 günlük ücret en az 300 €’dan başlayacaktır)

Ancak; sanmayın ki bu araba kiralama işlemi şipşap halledilecek bir vak'a . Nedense servis sektöründe çalışanların çoğu , Akdeniz'in doğu ucunda alışık olduğumuz pratik zeka , el çabukluğu ve becerisine sahip olmadığından siz , siz olun ve sakin olun , keyfinizi kaçırmayın ; unutmayın tatildesiniz.

Ve Lizbon .


Çok yaşlı aslında; ama nedense hayal edilen tarihi ögelerden yoksun . Akdenizli elbette; ama sanki kanında bir kıvılcım eksik . Eli yüzü düzgün gerçekten; ama ya kaşında gözünde ya da boyunda posunda bir yamukluk var...Nefesinizi kesmiyor, kalp atışınıza ivme vermiyor , bakışlarınıza hayranlık serpmiyor.
Gerçi, garibimin bir suçu da yok; ister istemez kıyaslandığı afetin adı Istanbul .


Ancak , ruhunuz gezgin ise , yine de keyif alacaksınız Portekiz’i keşfetmekten .

Konaklama için , Marques de Pombal Oteli , konumu ve sunumu ile Lizbon’da rahat edebileceğiniz bir otel. (Internette yakalayabildiğimiz en makul Temmuz fiyatı 109€ oldu - 1 double, kahvaltı ve kdv dahil). Otopark için ayrıca günlük 12 € ödemek gerekiyor . (En büyük sürprizi , klozetteki gül yaprakları.) Ritz Four Season Oteli (internette bile 225€ ve üstü fiyatlarda müşteri buluyor) özellikle ambiansı (ve de Restoranı) ile cazip . Bir akşam üstü içkisine uğrarsanız eğer , kavunlu martinisini mutlaka tadın ve şarap kırmızısı duvarlarının dekorunda fotoğraf çekin ya da çektirin .

Şehri gezmek için, Lizbon’un old-town alanı olan Baixa’ya (‘bayşa’ diye okunuyor) yola koyulabilirsiniz. Trafiğin deniz kıyısına doğru aktığı caddede yürürken, sağ cephenizde , meydana gelmeden hemen önce Café Nicola’yı bulabilirsiniz . Lizbon’un mutlaka’larından biri diye geçmekte seyahat notları yazılarında ama pek kayda değer bir özelliği göze çarpmamakta . Caddede yürümeye devam ettiğinizde , Barrio Alto (‘bahğryo alt’ gibi zor bir telaffuzu var) tepesine geçişi de sağlayan asansörü göreceksiniz. 1.50 €’luk bilet ile tepeye çıkıp inebilirsiniz. 2 kat merdiven çıktığınızda şehrin panoramik görüntüsüne , kişiliksiz bir café’nin kırmızı ve beyaz plastik sandalyeleri karışıyor ve siz , “Galata Kulesi’ne neden hak ettiği değeri vermemiş olduğunuza” hayıflar bulabiliyorsunuz kendinizi.

Caddede yürümüye devam ettiğinizde, sağınızda göreceğiniz metro Istasyonunun arka cephesine geçin. Bu cadde üzerinde keyif alabileceğiniz müzeler, café’ler (Rue Garrett üzerindeki, iç dekoru ve ambiansı oldukça hoş A Brasileira), barlar (Regency Chiado Oteli’nin 7. katındakı teras bar’ı) ve butikler bulabilirsiniz.

Barrio Alto , daha çok gece hayatı için tercih edilecek bir bölge . Şehrin en bilenen lokantaları ve Lizbon gençliğinin müdavimi olduğu sokak arası barlar bu bölgede konumlanmış. Camdan camdan camaşır gerilmiş ara sokaklarına; Baixa’ya inen panoramik manzaralı merdivenlerine; botanik bahçesine rağmen nedense gün ışığında pek zevk vermiyor Bairro Alto .

Akşam yemeği için önerilen Bairro Alto mekanlarından biri Pap’Açardo . Ilk adımda, Murano avizelerinin ihtişamı gözünüzü boyuyor . Tavsiye üzerine gelmiş turist ırkından çok, keyif içinde yemek yiyen Lizbon’luları farkettiğinizde, soluk pembeye boyalı ruhsuz demir sandalyeleri göz ardı ediyorsunuz . Ne var ki, mekana ismini de veren Açorda yemeğini deneyecekseniz eğer , size hayatta başarılar. Pişmiş deniz ürünü (karides ve ıstakoz) , bir güveç içerisindeki ufalanmış ekmek, bolca sarımsak , taze kişniş ve çiğ yumurta sarısı ile karıştırılıyor . Deniz ürününün ısısı ile karışıtırılarak pişirilen çiğ yumurta belleğinizde yer ettiğinden midir bilinmez, bir iki çatal aldıktan sonra Açorda ile hiç tanışmamış olmayı tercih edebilirsiniz.

Pap’Açorda’ya sırtınızı verip sola doğru yürüdüğünüzde , iki köşebaşı sonra sağdaki Bota Alta’ya gidebilirsiniz alternatif olarak (Travessa da Queimada 37, tel: 21/3427959). Yemeklerini tatmak nasip olmadı ancak çivit koyusu duvarları, kırmızı pötikare masa örtüleri ile bile en azından göz iştahınız için daha cezbedici. Üstelik mekan , klasik ve otantik Portekiz yemekleri ile de pek ünlü .

Bairro Alto kadar, şehrin nehir kıyısındaki rıhtım lokantaları ve barları da meşhur . Bica do Sapato (Avenida Infante D Henrique , tel: 21/8810320) ve Kais (Rua da Cintura ,Santos , tel : 21/3932930) en gözde mekanlar olarak bilinmekte ancak bu keyifli bölgeye kazara sabah vakti yolunuz düşecek olursa eğer, bir fincan kahve bile bulabilmeniz mümkün değil , bilesiniz.

Chiado meydanlarından birinde, kızgın güneşe aldırış

etmeksizin bir öğlen yemeği keyfi yapmak için
Teatro Nacional de Sao Carlos (Largo Sao Carlos, No.2 , Tel 91/6892285) ideal. Eli yüzü düzgün ve hali tavrı yerinde Lizbon’luların tercih ettiği mekanın zengin mönüsünden “roka sosunda fener balığının” veya “karidesli pennetinenin” tadına bakabilirsiniz. Elbetteki buz gibi Vinho Verde eşliğinde. Harika bir servis ve bir fincan kahve ile 22€/kişi.

Lizbon’u bilenler , Alfama bölgesinin de mutlaka gezilmesini hatta Fado dinlemek için de , bu bölgedeki Fado restoranlarına (Fado mekanları içinde, biraz köhne biraz da pis olduğu halde en çok övgü ile bahsedileni : Perreirinha de Alfama , 1 Beco do Espirito Santo, 8868209) gidilmesi gerektiğini söyleye dursunlar, bizim yolumuz Belem , Sintra ve Caicais’a doğru uzandı . Şehir merkezinden aslında sadece 10-15 dakikalık bir karayolu mesafesinde olan Belem’e giderken , tarihi su kemerlerinin bulunduğu bölgeden biz kazara geçtik ; siz de şehirde biraz kaybolun ama mutlaka bu muhteşem görüntünün büyüsünü yaşayın. Lizbon’u sevmeseniz bile , bu manzara sizi mest edecek, bilmiş olun . Yokuş aşağı meğilli caddede devam ederken , sol cephenizde yükselen muhteşem mozaikler göz auranızı okşarken , karşınızda nazlı nazlı poz veren su kemerleri ile kucaklaşacaksınız. Akan trafik nedeniyle durup fotoğraf çekmek çok zor; o nedenle arabanın camından mı sarkarsınız ; bagaj üstü yolculuk mu yaparsınız bilemem… O kadrajlar, tüm bu çabalara değer , inanın . Henüz bu muhteşem manzaranın etkisinde iken varılıyor Belem‘e.

Belem Manastırı’nın önünden hareket eden mini turist vagonları ile 40 dakikalık bir Belem turuna katıldığınızda(3 €), adeta bir Vasco da Gama açıkhava müzesine dönüştürülmüş bu şirin beldenin ‘mutlaka’larını bir çırpıda görebilirsiniz. Vasco da Gama ve mürettebatının büyük sefere çıkmadan önce dua ettikleri minik kilise; sefere çıktıkları noktada dikilen anıt ve Vasco da Gama’ nın mezarının bulunduğu Belem Manastırı’nı kuş misali gezindikten sonra; sakın ola Belem Çöreği yemeden yola devam etmeyin.

Milföy ile baklava hamuru karışımı hafif kıtır bir baz içinde, bol yumurta sarısı ile yapılmış kreması ile dumanı tüter halde servis edilen çöreğe tarçın serpmeyi unutmayın. Rua de Belem , No 84-92 adresindeki , Portekiz çinileri ve mavi renkli ahşap doğramaları ile hemen göze çarpan ünlü çörek imalathanesi Pasteis de Belem’in arka bölümünde , mutfaktaki hummalı üretimi seyretme şansınız olduğu gibi, muhtelif marka ve türde port şarabı, vişne likörü ve yerli şarap satın alma olasılığınız da var . Eğer Belem’den sonra Sintra’ya doğru direksiyon kıracaksanız, yanınıza yolluk biraz çörek börek alın, ne olur ne olmaz .

Portekiz’de araba kullanacakların , tüm Portekiz’de, neredeyse her adım başına bir döner kavşak döşenmiş olduğunu ve memleketimdeki “kim yol bulursa , yol onundur” pratiğinin , “döner kavşakta geçiş üstünlüğü” kurallarına sıkı sıkıya riayet eden Lizbonlulara pek sökmediğini bilmelerinde fayda var öncelikle . Avrupa Birliği’ne giriş süreci ile birlikte , Portekiz’in en çok yatırım yapmış olduğu sektörlerin başında “karayolları” geliyor hiç şüphesiz ancak yol tabelalarına aynı özeni göstermediklerinin farkına varmanız için yollarda biraz kaybolmanız gerekiyor. Avrupa’nın en batı ucu olarak nam salmış Cabo da Roca fenerini işaret eden tabela sayısının bile ne kadar az olduğuna inanamayacaksınız mesela .

Sintra , aslında arabayı park edip, yürüyerek içinize nakşetmek istediğiniz bir belde . Biraz cilveli , çokca huzurlu hatta pastel tonlara bürünmüş yapıları ile belli ki temelinde romantik bir güzellik . Vaktiniz bol ise, Sintra’nın ara sokaklarında, kemerli dar yollarında kaybolmaktan çekinmeyin . Gidenler, deneyenler derler ki:
Sintra’da Casa da Piriquita’da (R. Padarias 1) queijadas çöreklerinden ; Almaçageme bölgesinde de Restaurante Toca do Julio’da cozido ve feijoada’tan tadanlar pişman olmazlarmış. Şahsen deneyimlenmediği sürece, söyleyenlerin yalancısıyız elbette .

Cabo da Roca’ya varmadan çok az önce, yolun solunda Refugio da Roca (Estrada do Cabo da Roca, 27 – Azóia , Colares , SINTRA, Tel 929 0898) restoranında, tavana asılı zincirlerden sarkıtılan ızgara kalamarların lezzetinin methini daha önce duymuş iseniz eğer, öncelikle bilin ki öğle yemeği için saat 15.00 (hatta garanti olsun diye saat 14.00 diyelim) sonrasına kalırsanız ; ac kalırsınız çünkü saat 15.30da mekan kapanıyor . Mutfak kapısını tıklatsanız da; artmış kalamarlardan bir sandöviç için dilenseniz de eliniz ve mideniz boş dönmeye mahkumsunuz . O durumda zaten, bir deniz feneri , vasat bir kafeterya , sürekli rüzgar ve dalgalı okyanus haricinde herhangi bir sunumu olmayan Cabo da Roca’nın da keyfine varamazsınız .

Cascais’e doğru yöneldiğinizde, okyanusun üstünü süsleyen köpük dalgaları ve renk renk sörf yelkenleri size zaman zaman eşlik edecektir . Bu yol üzerindeki Mestre Ze restoranında yemek molası vermeyi düşünenler için Cataplana de Marisco (bir çeşit bakır, kapaklı sahan içinde pişmiş balık) tavsiyeleri kulağımıza gelmiş olsa da , bizim deneme fırsatımız olamadı ne yazık ki.

Yaklaşık 15-20 dakikalık bir seyir sonrasında , Cascais merkezine varmadan , sağınızda Farol Design Hotel’de , okyanusa nazır bir kahve molası verin ama tatlılarına pek kanmayın (Av. Rei Humberto II DE Italia, No.7, 2750-461 Cascais) . Vaktiniz var ise , Cascais’de, daha rafine ve kalburüstü Portekiz yaşam biçimi ile de tanışın ; hatta memleketim köşe yazarlarına göre, Fareleiro ‘da balık yiyin.


Fotoğraflar : Güliz Özbek
Temmuz 2006
yazanNino at 8.8.06 1 yorumlar

Çine'de Deve Güreşi



Şubat.
Her sene değişiyor tarihler ama büyük olasılıkla 3. haftasonu.
Pazar sabah erken.
Izmir'desiniz.
İstikamet Çine.
Hava soğuk değilse bile, serin .
Kat kat giyinmekte ; güneşin rengine göre soyunmakta fayda var.
Deve güreşi arenası , sizin hayalinize göre ne menem bir şeydir bilemem .
Gerçeği ile pek de örtüşmeyeceğine yine de iddiaya girebilirim .
Tuvalet yok mesela... Izmir/Çine karayolundaki son benzinciyi sakın ola kaçırmayın .
Deve güreşi sahası , boş bir alan .
Orta daire, develerin 'güreştikleri' santra.
Orta daireyi çevreleyen iç halka , seyircilere ayrılmış.
İç halkanın etrafında, develerin en değerli halılar üzerinde 'dinlendikleri' kulis.
En son çeper, kamyon kasalarının üzerine kurulu seyyar lokantalar .
Renk tasviri imkansız . Gökkuşağından öte bir yelpaze.
Deve türküleri , davul-zurna-klarnet triosu ile yarış halinde.
İlk 15 dakika , rüya ile kabus arasında bir yerde sanıyorsunuz kendinizi.
Sonraki yarım saat , ızgaradan yayılan köfte kokularının cilvesine esir düşüyorsunuz.
Sucuğunuz deve etinden mi olsun, geleneksel dana etine sadık mı kalırsınız ?
Yanında ızgara sebze, salata, turşu ve bilumum iştah açıcılar .
Şarap kadehleri ile rakı dubleleri tokuşmakta.
Sonraki saatlerde saatin kendisini unutuyorsunuz zaten.
Deve güreşine gidip de, etrafta deve güreşi olduğunu bile fark etmeyen 'keyifçiler'le dolu kamyon-kasası lokantalar.
Öylesine yeni bir ortam ki, yeni karakterlerle de hemen ahbap oluveriyorsunuz .
Güreş ve çağrıştırdıklarına düşman olabilirsiniz ama burada 'güreş' bahane .
Develer, bayramlıklarını giyinmiş şımarık çocuklar gibi salınıyorlar alanda.
Güreş dedikleri ise sadece bir iki hafif el-ense .
Deve sahiplerinin cakasına diyecek yok ; körüklü çizmeleri ve gururlu omuzları ile hemen ayırt ediliyorlar.
Etrafı seyretmekten , develeri resmetmekten , yemekten , içmekten yorulmuyorsunuz .
Yine de , hava hafifçe soğumaya başladığında, davul zurna sesi artık kulaklarda sabitleştiğinde ve de ızgara kokuları göz pınarlarınıza hücum ettiğinde , artık gitme vakti gelmiş oluyor .


Farklı kültürlerle tanışabilmek uğruna , pasaportunuza bir avuç boyunda bir vize alabilmek için debelenirken , dilerim aklınıza Çine gelir.


Foto: Güliz Özbek, Nilgün Osman

Şubat 2006.







yazanNino at 8.8.06 0 yorumlar

Mardin





Zamanın durduğu yer Mardin'e yolunuz düşerse bir gün ...

Mezopotamya'yı doyasıya ve göz alabildiğine seyre koyulun önce .

Sonra manastırlarını gezin şehrin tek tek.

Kasımiye Medresesi'nin havuz başındaki hüznü soluklanıp ,

Eski Mardin'in daracık sokaklarında kaybolun korkusuzca.

PTT Binası'nın merdivenlerine dizilip, bir fotoğraf çektirin .

Kebabın âlâsını Rıdo'da tadıp ;

Cercis Murat Konağı'nda yöre yemeklerinin lezzetine varın .

Çarşı'dan bir poşu almadan ;

Marangozlar Kahvesi'nde de,

zamanı "durduğu" yerde yaşamadan dönmeyin ...

Foto : Çağıl Gürbüz, Emre Öztuna, Güliz Özbek, Merve Saraç
Kasım 2005
yazanNino at 8.8.06 0 yorumlar